
Çocukluk yılları insanın anılar toplamın çoğul gücüdür.
Bir solukta aynı tazelikle ulaşılabilen hatıraların saklı yanıdır.
Benim de yazarken duraksamadığım yegâne kıyımdır.
Buyurun o kolaylık verdiği rahatlıkla o zamanlardan arda kalan hatıralara birlikte yol vererek yazımıza hayat verelim.
Yama yukarı çıkarken; adımıma zamanlayıcı bağlanmış gibi, gün fark etmeksizin aynı noktalarda, aynı zaman dilimlerinde soluğumu toparlar iyi ki yolun en sonundaki ev bizim değil deyip kendimi motive ederek yokuş yukarı çıkmaya devam ederdim.
Evin önüne geldiğimde ise yolun tam ortasına oturur seyir haline gelmiş Ankara’nın minyatüründe saklı hayatları merak ederdim.
Yolun ortasında oturunca bizim oralarda anneler ve babalar endişe duymaz ve kızmazdı.
Çünkü sokakta toplasan üç kişide araba vardı.
Onlarda numune olarak çok nadir dışarı çıkardı.
Yani yolun patronu çocuklardı.
Yolda ev kadar güvenliydi.
Öyle ki işi kurallarına göre uygularsan, söz dinlersen ve seyre daldığında mindere de oturduysan eve girmenin saatini de uykun belirlerdi.
Tasvire boğmak istemem ama sanki çocukluğumun geçtiği o sokağı biraz anlatsam fena olmayacak.
Mahallemizin ismi Doğan tepeydi.
Birbirine benzemeyen sıra sıra derme çatma, farklı renklerde gecekondularla dolu.
Her birinin önünde, sağında, solunda az da olsa ağaçlar…
Evler ve ağaçlar hudutsuzluk ruhu ile kimi yolun dışına taşmış kimi ise çok içerde kalmış.
Yol ile bağlantısı olmayan evler için de pek çok iç içe geçmiş patika yol…
Patika yolların örüntüsü sınav sorusu olsa ayırıcılık indeksi en yüksek soru olur muhtemelen…
Görsel benzersizlik içinde müştereklikler ise; kot farkından kaynaklı her noktada eşsiz Ankara manzarasında is kokulu, yokluk sınavlı hayatların tezahür etmesi olurdu.
Bir de o yokuşun insanı olmanın verdiği güven.
O yüzden o yokuş yol herkes için çok kıymetliydi.
Ankara’nın puslu gecelerinde her şeye rağmen ışıkları ezebilir, hayallerini gezdirebilirdin.
Bir de çocuksun.
Zoru yaşamana rağmen yükün daha hafif.
Heybende sadece ama sadece oyun ve hayallerin var.
İşte ben de o zamanlar gözümün gördüğü yerlerde hayatın devam ettiğini, görmediğim her noktada ise büyük bir karanlığın olduğunu düşünürdüm. Yani sahne perdesi gibi…
Ve bu durumu tespit etmek için devamlı arkamı döner o yokluğun peşine düşerdim.
Nasıl bir inanmaksa her denemede daha hızlı olmadığımdan dolayı o karanlığı yakalayamadım diyerek ısrarla kovalamacaya devam ederdim.
Şimdi düşünüyorum da aslında hayatın zar zor idame olduğu bir ortamda insan daha ihtişamlı bir hayatın varlığına değil karanlıklara inanıyor, nasıl olur da bundan farklı hayatlar aynı anda yaşanabilir diye gelgite düşüyormuş.
Değinmeden edemeyeceğim.
Bugün haberdar olmanın zirvesinde dünya.
Garbın sesi, görüntüsü şarktan da anlık olarak işitiliyor ve görülüyor.
Benim karanlık yanım kalmadı.
Her yer gören bir göz.
Artık arkama dönüp o karanlık var mı diye kovalamaca oynamıyorum.
Fakat bu çağda karanlık içinde Filistin’deki tüm çocuklar için hayatta kalmak için bir yaşantı var.
Çaresizlik içinde uçurumun dibinde sıfır noktasındalar.
Gerilerinde enkazlar dışında hiçbir şey yok.
Her yerleri ızdırap, her yerleri karanlık…
Doğan bir tepeden, denizleri aşırarak Rabbim onlara huzur ve rahmetler getirsin.
Bu karanlıktan onları çıkarsın.
Zulmedeni de her iki cihanda kahrı perişan eylesin.
Bu vahşette en yakın zamanda sona ersin.
Selametle.
Ahmet KİRAZ