
Seher vakti uyanırken rahmetli babaannemin hazırladığı mis gibi köy kahvaltısını yapar yapmaz Çal Mahallesinden yama aşağı taşlı yolu demirden dört teker arabamın sesine kendimi arkadaş ederek gençliğin de verdiği cevvallikle her salı günü soluğu Kurşunlu Pazar yerinde alırdım.
Selçuklulardan kalma tarihi caminin tam köşe başında arabayı eğler, Pazar ahalisine selam verir, yakınımda olanlarla bir yandan sohbet edip bir yandan sergimi açardım.
Oklava, bikleğeç, tahta kaşık, ev süpürgesi, hamur tahtası, merdane, tırpan, tırpan sapı, nacak, nacak sapı aklıma şu an gelmeyen pek çok ev ve zirai eşyayı bir sanatçı edasıyla caminin duvarına dizerdim.
Pazarın ‘’ Çakı çakmak ustura bıçak, el feneri bel kemeri, çek sündür beş metre don lastiği 1 milyon ‘’ diyen abimizden sonra en geniş sergisi bizimdi.
Rahmetli dedem, yılların esnaflığının vermiş olduğu tecrübeyle bana güven duyarak ve en önemlisi beni de yetiştirmek için bir cep dolusu parayı saymadan her akşam cebime koyardı. Ve bunu yaparken de hep şöyle söylerdi :
Oğlum köyden gelen garibanın yumurtası, peyniri, sütü, yağı, el yapımı dam süpürgesi neyi varsa çürüğüne çarığına çok bakmadan al. Onların damda, yaylada hayvanı bekler. Garibin işi gör o da o parayla ne alacaksa alsın ki hemen yurduna dönsün…
Zamanla bu durum ritüel haline geldi, tüm köylüler tarafından kabul görmeye başladı ve bizim sergi gitgide zenginleşerek pazarın en uğrak yeri oldu. Tabii ki bunda nam-ı değer Sivricekli Çakır’ın torunu olmamın da çok büyük payı vardı.
Yelpazenin genişlemesi bana da yorgunluk değil ayrı bir güven ve keyif verdi. Öyle ki; çayda tutulan balık, dağda toplanan; mantar, kuşburnu, kızılcık, hatta bal, ceviz, fındık aklınıza gelen her ürünü alıp satmaya başlayınca sabah bir araba dolusu eşya ve bir cep dolusu para öğlen bire doğru Pazar bitince üç araba eşya ve iki cep dolusu para olmaya başladı.
Burada durmak istiyorum. Pazardan manzaralar, yaşadığımız ilginç olaylar ve diyaloglar, esnaf sözleri… Bunların hepsini bu yazıda keyifle bir bir dile getirmeyi çok isterdim fakat yegâne gayem o güzel günlere dem vurarak sadece hatıraları diri tutmak ve sizinle paylaşmak değil.
Maalesef bugün üretimden uzak tüketim anlayışının zirve yaptığı, geçmişin izlerinin dahi kaybolduğu bir zamandan geçiyoruz.
Durumun vehameti o kadar büyük ki; dünün üretici kimliğine sahip pek çok insan dahi üretimden uzaklaşarak market ürünlerini tüketmeye başlamış durumda.
Beni üzen bir diğer taraf ise; çocuklarımızın yaşama dair özgüven kazanacağı, kendini bizim gibi hayata hazırlayacağı böyle güvenli ortamların yok olması.
Benim neslimin çoğu öyle ya da böyle bir esnafın yanında yazın kesin çıraklık yapmıştır. Çalışma hayatını tatbik etmiştir. Toplumun pek çok farklı kesimi ile bu sayede tanışıklık ederek sosyal anlamda kendini geliştirmiştir.
Bugün karşı komşumuzu dahi tanımadığımız, güvenemediğimiz ortamda bu tecrübenin kazanılması maalesef ihtimal dışı olup toplumsal bir problem haline gelmiştir.
Özetle dünün hayat şartları zordu fakat yapısal olarak devrik değildi ve temel oldukça sağlamdı.
Mevcudun can sıkıcı olan yüzünü susturarak pazar yerlerinden bir nida ile veda edelim.
Eskimeyen libas
Paslanmayan çivi
Gel hacı emmi
Çaya çorbaya limon…
Selametle.
Ahmet KİRAZ