
İnsanı çocukluğu büyütüyor…
Hatıraların hafızada en çok yer kapladığı, yaşlandıkça gardımızı düşüren unutkanlığın teslim alamadığı yegâne kale…
İşte ben de bu kez her daim canlı, tebessüm ve enerji dolu anılar köşemizin sahibinden ilham alarak minyatüre edilmiş 90’lı yılların köy hayatının bir gününü paylaşmak üzere sizlerleyim.
Tatil kavramının o dönemlerde adıydı köy.
Yaz gelir gelmez Ankara Etlik Eski Garajların yolunu tutar, memleketimizin en orijinal ve karizmatik abilerimizin kaptanlığı ile muavinliğe karakter katarak dönemin jönlerine sen de kimsin diyecek kadar metro seksüel abilerimizin de refakatinde; memleket meseleleri, spor, hasat, müşterek tanışların ahvalinden sergilerle lezzetlenen sohbetlerin ortasında virajlı yolları bir bir geçerek zamandan özge Kurşunlu’yu bulurduk.
Bahsetmeden edemeyeceğim…
Bagaj kaygısını da bu seyahatlerde edindim.
Yol boyu eşyalar nerdeyse misal; sol taraf ikinci kapı, sol taraf ikinci kapı, sol taraf ikinci kapı diye diye karıştırmamak adına sohbetle birlikte unutmamak adına ezber yapardık.
Son durak yazıhanenin önüne gelir gelmez de çuvalların içindeki muhteviyat herkesin farklı olsa da ya karışır korkusuyla ( Halbuki herkesi çuvallında bir işaret vardır. Ya yazı, ya renkli bir ip ya da başka bir işaret ) soluğu herkes bagajının olduğu yerde alırdı.
İşte o an yaşanan telaşenin içinde köyde bulunanlar yakını olsun olmasın otobüsün etrafını sarar, kim gelmiş bir bakar ve seni tanıyorsa klasik şu şekilde seslenirdi :
- Lan Çakır Ağanın oğlan sen mi geldin 😊
Bu cümle bizim oranın hoş geldin ifadesi olmakla beraber yüzdeki tebessümle birlikte özlem de ifade etmektedir.
O kargaşadan kendini çıkardığın an ise bir köşeye sinip bu kez sen başlarsın etrafta kim var kim yok diye.
Eee neticede Ankara’dan geliyorsun etrafa kendini bir göstermek ve ben geldim demek gerek.
Geldiğin duyulsun ki; eş dost akraba bir araya çabucak gelinsin.
Genelde bu eylem daha yüksek düzeyde netice verilsin istenirse; evin yolu değiştirilip caminin önünde bulunan şadırvan ile kahvenin önünden yavaşça selam vere vere geçilerek görev nihayete erdirilmiş olur.
İşte tam bu geçiş sonrası insanlar seyrelmeye başlayınca bir pişmanlık duygusu gelişir.
Yol uzatılmış, ellerde çuvallar yama yukarı nasıl çıkacağının stresi, ağzında bir ton hayıflanma ile her ne kadar öfkene teslim olsan da yol boyunca evde muhabbet konularında birisini teşkil edecek olan ve ihmal edilmeyecek husus olarak değerlendirilen değişen her şeyin çetelesini tutmak önemli bir vazifedir.
Yol bitip avludan içeri girdiğin o an; gerçekten özlemin kavuşanlar olarak dindirildiği, samimiyetin ve duygusallığın pik yaptığı, aynı zamanda yorgunluğun unutularak lezzetli yemek kokularına karıştığı enfes bir zaman dilimidir.
Uzun uzun sarılınır.
Akabinde sofraya oturulup hem yemek, hem muhabbete başlanır.
Çuvallar açılır hediyeler verilir.
Sohbet ikinci demini almaya başlarken konular ciddileşir.
Vefat edenler, hasta olanlar, ayrılıp gidenler derken burada izninizle bir soluklanmak isterim.
Bir günlük köy hayatı dedik ama daha yemeğin üstüne ikinci bardak içilen çayın sohbetinden öte gidemedik.
Bir karar vermek zorundayım.
Bilenler çok iyi bilir.
Eskiden radyolarda Arkası Yarın diye bir program vardı.
Hatta hala da TRT Radyo’da devam ediyor.
Sözün özü bundan sonrası bir sonraki yazıya 😊
Selametle…
Ahmet KİRAZ





