Ağaçlanmayalım Mı :-)

Hayatı boyunca pek çok insan bir tane de olsa ağaç dikmiştir.

Ağaç dikerken hissedilen o huzur veren duygunun tarifini yapmaya kalksak kelimeleri birbirine bağlayacak bağlaçları bulmakta zorlanırız. Hele ki; fidan olarak diktiğin o ağacın büyümesine tanıklık etmek, Anadolu tabiriyle yemişini yani meyvesini yemek, gölgesinde soluklanmak mutlulukların en önde gelenlerinden biridir.

                Bu sevgi aslında bir bütünleşmeyi ve tabiat ötesi bir buluşmayı ortaya çıkarır.

                Huzura bağdaş kurarak yaşanan bu ferahlığın görünenin ötesinde manevi boyutu da vardır.

                Yani sadece kendin için değil herkes için değerlidir bir ağacın yeşermesi.

                Bugün dünyada var olanlar için değil yarınlarda yaşam sürecekler hatta bu dünyadan göçenler için bile kıymetlidir bir ağacın gölgesi.

                Arif Nihat Asya benim nasıl anlatabilirim diye gam ettiğim pek çok şeyi Çocuk ve Ağaç şiirinde bakın nasıl güzel söylemiş.

Çocuk, çok sevdi ağacı…

Verirdi ona, her kış

Çiçekleri olaydı!

Ağaç, çok sevdi çocuğu…

Öperdi altın saçlarından

Dudakları olaydı!

Ve ona öptürmek için,

Eğilirdi yerlere kadar;

Yanakları olaydı!

Dökerdi önüne hepsini

Gümüşten, altından, sedeften

Oyuncakları olaydı!

Ve çocuk gittikten sonra,

Böyle kalır mıydı ağaç?

Ne olurdu onun da

Bacakları olaydı,

Ayakları olaydı!

                Bu şiirin üstüne ne yazılır bilemedim.

                Ama bu şiiri hatır etmek gerekir diye düşünmeden edemedim.

                Bu sene belki de memleketin dört bir yanında hiç olmadığı kadar ormanlarımız ve meralarımız yandı.

                Pek çok hayvanımız canından, hayatta kalanlar ise doğal ortamlarından yani evlerinden oldu.

                Yediden yetmişe hepimizin canı yandı.

                Arif Nihat Asya’nın şiirini lütfen tekrar okuyalım.

                İçimizdeki çocuk, bugünün ve yarının çocuklarının doğa ile kuracakları o bağ da bu yangınlarla yok oldu.

                Yazının başında ağaçlar ile insanlar arasındaki bağı dile getirmeye çalışmıştım.

Şiirin de açtığı ufukla birkaç hususu daha dile getirmek isterim.

Yeşilin hüküm süremediği bozkır topraklarında hemen hemen her hanenin ağaç yetiştirmek için verdiği çabayı bilenler için ağaç çok kıymetlidir.

Bu zorluğu bilen atalarımız kıraç toprağa ağaç dikmekten hiç geri durmamıştır.

Peki neden bu uğraş, bu çaba ?

Çünkü;

                Diktiğin bir ağacın gölgesi senin hep taze kalacak hayallerinin mekanı olacaktır.

                Dünün olup seninle konuşacaktır.

                Herkes gitse de yalnızlığına yoldaş olacaktır.

                Bu hissiyatı ve gösterilen bu çabayı o coğrafyanın bir insanı olarak ben de çok iyi bilirim.

                Lise yıllarında memleketin kayalıklı tepelerini ağaçlandırmak için iklime inat her sene ağaçlar diktik. Öyle ki; kalenin etrafı artık yeşil ve okulumuzun önüne diktiğimiz kavak ağaçları şimdi göğü süslüyor.

                O yeşermeyi görünce; Anadolu tabiriyle millet olarak kuruyan değil solan fidanların yerine yenilerini dikmekten yorulmadan ve bıkmadan hiç geri durmadık.

                Peki niye kuruyan değil de solan denir bilir misiniz ?

                Çünkü kurumayı yakıştıramadık.

                Kabullenemedik.

                Ne toprakta aradık sorunu, ne iklimde, ne de fidanda.

                Biz soldurduk, bakamadık dedik ve her sene inatla yenilerini diktik.

                İnandık bir gün o fidanların yeşereceğine…

                Lütfen aşağıda yazdıklarımı gözünüzde siz de canlandırın. Ne demek istediğim daha iyi anlaşılacaktır.

Karasal iklimin hakim olduğu coğrafyalardan geçerken bozkırın o alabildiğine kel gibi görünen boşluklarını gözünüzün önüne getirin.

Bu kellik ne zaman yol üstünde yer alan bir köyden geçseniz yerini köy tabelasından başlayarak avlulardan taşan ağaçlara bırakır.

                Yeşille kucaklaşırsınız.

                Ve ne zaman köy tabelasında yazan ismin benim kendi tabirimle üstünde vedalaşma çizgisi belirse yeşille de veda edersiniz.

                Evet…

                Gelelim klasik haline gelen maksadımızı dile getirmeye, şimdi bize ne yapmak düşer kısmına….

                İnanç var.

                Azim var.

                Öze çekim var.

                Yapılabilirlik ise ortada.

                Sadece Kasım ayını beklemek düşer.

                Malum Kasım ağaç dikme ayı.

                Devletimizin öncülüğünde Lise ve Üniversitelerde okuyan 20 milyon gencimizle biz evvel Allah bu işi kotarırız.

                Bu işin erbabı büyüklerimizde yanlarımızda görürsek Allah’ın izniyle meseleyi kesin halletmiş oluruz.

                O zaman bekle bizi kasım ayı…

AĞAÇLANMAYALIM MI 🙂

                Selametle…

                Ahmet KİRAZ

0 votes
Bu yazı Ahmet Kiraz Şiirleri kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.